IOT nedir sorusu bu aralar çok sık karşımıza çıkıyor. Bu harflerin açılımı Nesnelerin İnterneti. İsim kulağa biraz teknik gelebilir. Fakat yaptığı işi anlatınca durum netleşiyor. Şöyle düşünelim; internet önceleri sadece bilgisayarların bağlandığı bir yerdi. Zamanla cep telefonları da bu ağa katıldı. Artık durum bambaşka bir seviyede. Evimizdeki kahve makinesi, kolumuzdaki saat, sokaktaki aydınlatma, hatta fabrikadaki bir makine parçası bile internete bağlanabiliyor. Üstelik bu cihazlar sadece internete bağlanmakla kalmıyor. Aynı zamanda birbirleriyle "konuşuyor". Birbirlerine sürekli küçük bilgiler yolluyorlar. Arabanız eve yaklaştığınızı anlayıp evin kombisine haber yollayabilir. Ya da buzdolabınız içindeki süt bittiğinde telefonunuza bir not gönderebilir. Çevremizi saran ve birbiriyle iletişim kuran bu akıllı cihazlar ağı, tam olarak IOT dediğimiz şeyin kendisi. Bu sistemin tam olarak nasıl işlediğine, hangi parçalardan meydana geldiğine ve hayatımızda neleri değiştirdiğine biraz daha yakından bakmakta fayda var.
IOT nedir sorusunu son zamanlarda sıkça duyuyoruz. Aslında cevap çok karmaşık değil. Nesnelerin İnterneti, en basit anlatımıyla, günlük hayatta elimizin değdiği hemen her cihazın internete bağlanması demek. Bu cihazların birbirleriyle konuşmaları, çevrelerinden bilgi toplamaları ve bu bilgiyi bize ya da başka sistemlere aktarmaları...
Şöyle düşünün; evinizdeki kahve makinesi, arabanız, kolunuzdaki saat, sokaktaki lambalar, hatta bir fabrikadaki makineler. Bütün bunların internete bağlı bir ağ üzerinden haberleşmesi işine IOT diyoruz. Bu sistem, cihazların "akıllanmasına" zemin hazırlar. Bizim bir şey yapmamıza gerek kalmadan, bazı işleri kendi başlarına halledebilirler. Veya bizden aldıkları komutları kilometrelerce uzaktan yerine getirirler.
Bu "Nesnelerin İnterneti" lafını ilk kim söyledi diye merak edebiliriz. 1999 yılına, yani internetin henüz evlere yeni yeni girdiği zamanlara dönmemiz gerekiyor. O dönem Kevin Ashton, bir şirket sunumu yaparken bu tabiri ilk defa ortaya attı. O günün şartlarında, bu fikir biraz bilim kurgu gibi duruyordu.
Ancak internetin müthiş bir hızla yaygınlaşması, özellikle ceplerimize girmesi her şeyi kökten değiştirdi. Mobil internet kullanımı, masaüstü internetin katbekat önüne geçti. Bu durum, IOT cihazlarının da önünü açtı. Ashton'ın o gün hayal ettiği tablo, bugün etrafımızı tamamen sarmış durumda.
IOT konuşulurken, sık sık M2M diye bir kısaltma daha duyarız. M2M, "Machine to Machine" yani "Makineler Arası İletişim" anlamına gelir. Aslında IOT teknolojisinin atası veya ilk hali sayılır. Uzun yıllardır fabrikalarda, otomatlarda veya endüstriyel alanlarda bu sistemler vardı.
Araç takip sistemleri bu konuya güzel bir örnektir. Araçtaki bir cihaz, uydudan yerini belirler. Bu bilgiyi içindeki data hattı üzerinden bir sunucuya yollar. Bu, makinelerin kendi arasında konuştuğu kapalı bir sistemdir.
IOT ise bu M2M yapısını aldı, çok daha geniş bir alana taşıdı. M2M genelde kapalı devre çalışır, belirli bir işe odaklanır. IOT ise her şeyi internete, yani buluta bağlar. Bu da çok daha fazla cihazın, çok daha fazla verinin birbiriyle konuşabilmesi demektir.
Bu cihazlar birbirleriyle nasıl haberleşiyor? Sistemin çalışmasını sağlayan birkaç ana parça var.
Her şey bir sensörle başlar. Sensör, çevresindeki fiziksel bir değişikliği algılayan küçük bir parçadır. Mesela, odanın sıcaklığını ölçer. Bir kapının açılıp kapandığını anlar. Veya bir yerdeki hareketi, ışık seviyesini ya da havadaki nemi fark eder. Bu sensörler, "akıllı" dediğimiz cihazların içine yerleştirilir.
Sensörün topladığı ham bilginin bir şekilde bir merkeze gitmesi gerekir. Cihazın içinde bu bağlantıyı kuracak bir parça bulunur. Bu bağlantı Wi-Fi, Bluetooth, 5G veya bazen LoRaWAN gibi özel ağlar üzerinden kurulur. Cihaz, topladığı o küçük bilgiyi (mesela "sıcaklık 25 derece") internet üzerinden bir sunucuya veya bulut sistemine yollar.
Veri buluta ulaştı diyelim. Orada bir yazılım bu veriyi bekler. Gelen ham rakamları alır, işler ve bir anlam çıkarır. "Sıcaklık 25 derece" veya "Kapı açıldı" bilgisi burada netleşir. Bu bilgi depolanır, analiz edilir veya bir sonraki adıma geçilir.
İşlenen bilgi son kullanıcıya, yani bize gelir. Telefonumuzdaki bir uygulama ile bu bilgiyi görürüz. "Evin sıcaklığı şu an 25 derece." Ya da sistem bu bilgiye dayanarak otomatik bir karar alır. "Sıcaklık 25 dereceyi geçti, klimayı çalıştır" komutu otomatik olarak klimaya gönderilir. Bütün bu işler saniyeler içinde olup biter.
Bu teknoloji aslında tahminimizden daha çok yerleşti hayatımıza. Sadece farkında değiliz.
En çok bildiğimiz ve gördüğümüz yer burası. Akıllı ev denince akla hemen IOT gelir. Evde değilken telefonla klimayı açmak veya kombiyi çalıştırmak. Akşam eve gelmeden ışıkların yanması. Perdelerin sabah otomatik açılması. Hatta akıllı buzdolapları, içindeki eksikleri fark edip size alışveriş listesi yollayabiliyor. Evdeki güvenlik kameraları, akıllı kilitler ve duman dedektörleri de bu sistemin birer parçası.
Kolumuzdaki akıllı saatler, spor yaparken taktığımız bileklikler... Bunların hepsi birer IOT cihazı. Adımımızı sayar, nabzımızı ölçer, uyku düzenimizi takip ederler. Topladığı tüm veriyi sürekli olarak telefonumuza, oradan da sağlık uygulamalarına yollarlar.
Belediyeler de bu işten çok faydalanıyor. Akıllı şehir uygulamaları her geçen gün yaygınlaşıyor. Trafik ışıkları, yoldaki araç yoğunluğunu algılayan sensörlere göre yanıp sönme sürelerini ayarlar. Otoparklardaki sensörler, hangi yerin boş olduğunu algılar ve bunu mobil uygulamalara yollar. Böylece boş yer arama derdi azalır. Çöp konteynerleri dolunca merkeze sinyal gönderir. Çöp kamyonu da sadece dolu olan konteynerleri toplamak için bir rota çizer. Bu, hem zaman hem de yakıt tasarrufu demektir.
Taslakta da bahsedilen bu konu, IOT'nin en eski uygulama alanlarından biridir. Kargo şirketleri, lojistik firmaları veya çok sayıda aracı olan şirketler için araç takip çok mühim bir konu. Binlerce aracı olan bir firma, hangi aracın nerede olduğunu, ne hızda gittiğini, ne kadar yakıt yaktığını veya ne zaman mola verdiğini anlık olarak görür.
Bu sistemlere filo yönetim sistemi denir. Araçtan gelen veriler, M2M data hatları üzerinden sunuculara akar. Yöneticiler de web veya mobil arayüzlerden tüm filoyu anlık izler. Hatta sürücünün ani fren yapıp yapmadığını veya aracı nasıl sürdüğünü bile izleyebilirler.
Tarım ve hayvancılık gibi geleneksel sektörler bile IOT ile dönüşüyor. Tarlaya yerleştirilen sensörler, toprağın nemini ve mineral değerlerini ölçer. Sulama zamanı gelince çiftçiye haber verir veya damlama sulama sistemini otomatik çalıştırır.
Akıllı hayvancılık tarafında ise durum daha da ilginç. Hayvanların sağlık durumunu, vücut ısılarını veya hareketlerini takip eden tasmalar var. Hayvanların bulunduğu alanın (ahırın veya kümesin) sıcaklık, nem ve amonyak gibi gaz değerleri sürekli kontrol edilir. Havalandırma veya ısıtma sistemleri bu verilere göre uzaktan ayarlanır.
Fabrikalarda artık makineler birbiriyle konuşur. Buna Endüstri 4.0 da deniyor. Bir üretim bandındaki makine, üzerindeki sensörler sayesinde bir arıza ihtimalini önceden fark eder. Bakım ekibine haber verir. Üretim bandının hızı, gelen siparişe göre otomatik ayarlanır. Bu, üretimi hızlandırır, maliyetleri düşürür ve insan hatasını azaltır.
Ürünlerin depodaki stok durumunu takip etmek için de IOT devreye girer. Barkod okuyucular yerine RFID etiketler (radyo frekanslı tanıma) devreye girer. Depodaki ürünler sayılırken veya bir kargo paketinin hangi aşamada olduğu takip edilirken IOT cihazları iş başındadır. Stok belli bir sayının altına düşünce, sistem otomatik olarak merkez depoya sipariş bile geçebilir.
Bu pazarın bu kadar hızlı büyümesi şaşırtıcı değil. Taslakta verilen eski rakamlar bile o gün için büyük görünüyordu. Yeni bilgilere bakınca durum daha da netleşiyor. 2020'li yıllar için yapılan milyarlarca cihaz tahmini çoktan aşıldı.
Dünya üzerinde internete bağlı IOT cihazı sayısı, insan sayısını kat kat geçmiş durumda. Sadece M2M bağlantıları bile her yıl katlanarak artıyor. GSM şirketleri bu alana devasa yatırımlar yapıyor. Çünkü internete bağlanan her cihaza bir data hattı, bir sim kart gerekiyor. RFID etiketlerinin pazarı da sessiz sedasız büyüyor. Kısacası, internete bağlanan "şeylerin" sayısı, yakın zamanda duracak gibi görünmüyor.
Buraya kadar her şey çok güzel görünüyor. Hayatımız kolaylaşıyor, zamandan kazanıyoruz. Evimiz daha konforlu, işimiz daha verimli hale geliyor. Uzaktan her şeyi kontrol edebilmek büyük bir rahatlık.
Ama madalyonun bir de öbür yüzü var. En büyük endişe güvenlik. İnternete bağlanan her cihaz, bir saldırı hedefi haline gelebilir. Evimizdeki akıllı kameranın başkaları tarafından izlenmesi ihtimali oldukça korkutucu. Ya da akıllı kapı kilidinin dışarıdan bir müdahaleyle açılması...
Diğer bir ciddi konu da mahremiyet. Bu cihazlar hakkımızda sürekli veri topluyor. Nereye adım attığımızdan kaç saat uyuduğumuza, evimizin sıcaklığından hangi yolu kullandığımıza kadar... Bu veriler nerede saklanıyor? Kimlerle paylaşılıyor? Bu soruların cevapları her zaman çok net değil.
Pazarda yüzlerce farklı IOT cihazı var. Bir akıllı ampul veya akıllı saat alırken sadece fiyatına veya tasarımına bakmamak lazım.
Bu soruları sormak gerekiyor. Bilinmedik markaların çok ucuz cihazları, güvenlik açıklarıyla dolu olabilir. Bu da ileride başımızın ağrımasına neden olabilir.